Die Linke’ye Değil Anti-Faşist Cepheye Bak

Trump’ın seçilmesi faşist yükselişin yeni bir evresi olarak gerçekleşti. Emperyalist-kapitalist sistemin yaşadığı derin kriz ve çürümenin de bir sonucu olarak burjuva demokrasileri tümüyle tükeniş yaşarken, farklı coğrafyalarda tek adam rejimleri farklı biçimlerde gelişiyor. Bu da genel olarak faşizmin yeniden yükselişini gündeme taşıyarak, siyaset alanında da belirleyici tartışma konusu haline getiriyor. 

Almanya seçimleri öncesinde AfD’nin yükselişi, benzer bir tartışmayı kışkırttı. Ancak, Muhalefet Postası olarak bu kez, yükselen faşizmi değil onun karşısında büyüyen anti-faşist dinamikleri tartışmaya, bunu da son Almanya seçiminde Die Linke’nin yükselişi üzerinden yapmaya çalışacağız. 

I
Ölümden Yeniden Doğuşa


Die Linke uzun zamandır, Avrupa’da solun genelinde de olduğu üzere kimlikler eksenine sıkışmış liberal bir çizgi izliyor. Geçtiğimiz yıllarda yaşadığı bölünme de bunun yarattığı bunalımın sonuçlarından birisi oldu. Ukrayna üzerinden Rusya ile yaşanan savaşa, ekonomik-sosyal krizlere kadar toplumun genel sorunlarına ilişkin politika üretmekten uzak kalan Die Linke, seçimler öncesinde kendilerinin de ifade ettiği üzere bir ölümle yüz yüze kalmıştı. Ama bu ölüm anı Die Linke’nin yüzde 8’in üzerinde oy aldığı bir yeniden doğuşun zemini oldu. Peki bu nasıl başarıldı, asıl üzerinde durulması gereken de bu.

II
Mesele Die Linke’den Çok Anti-Faşist Birikim…

AfD’nin yükselişi, merkez sağın giderek törpülenerek AfD etkisinin daha çok hissedilir hale gelmesi, toplumda da ciddi bir kaygı yarattı. Daha önce Almanya’nın pek çok noktasındaki kitlesel anti-faşist direnişleri de hatırlayarak, bu yöndeki birikimlerin ne denli yaygın olduğu hatırlanabilir. AfD’nin yükselişi ve sağın faşist birlik yönündeki eğilimleri karşısında, bu anti-faşist birikim hızla harekete geçti. Die Linke’nin ölümden yeniden doğuma yükselen dinamikler de esas olarak bunlardı. Özellikle de gençlik içindeki anti-faşist dinamikler, Die Linke’yi bu yöndeki tek seçenek olarak görerek oy vermenin de ötesine geçerek Die Linke’ye üye oldular. Asıl belirleyici olan ve seçim sonuçlarına etki eden tam olarak Die Linke’nin bu anti-faşist hareketin bir cephesi olarak öne çıkabilmiş olmasıdır. 

III
Die Linke’de Dönüşüm, Doğrular ve Yanlışlar…

Die Linke seçim öncesinde, kimlik sınırlarını siyasetlerini ekonomik-sosyal sorunlarına odaklanan bir noktaya taşımaya yöneldi. Toplumun birikmiş sorunlarına yanıt vermeye yönelik bu sosyal ve kamusal politika seti, Die Linke’nin öne çıkmasında pozitif bir rol oynadı. Öte yandan da göçmenlere yönelik saldırganlık karşısında, sosyal krizinin gerçek kaynaklarına yöneltilmiş bir eleştiri ve çözüm çizgisi de, liberal kimlikler sınırının aşılmasına yardımcı oldu. 

Bu yönelimin öneminin altını çizmek aynı zamanda Die Linke’nin başarısına ilişkin yanlışların üzerini çizmek için de önemlidir. Bunlardan birisi yükselişin sosyal medyadaki görünürlükle sınırlandırılmış olmasıdır. Kuşkusuz ki bu tür zeminlerin etkin kullanımlarının ödemi yadsınamaz ancak, doğru bir politik yönelim olmaksızın tek başına sosyal medya platformlarına bağlanmış bir başarı öyküsü büyük bir yanılgıya yol açabilir. Buna paralel olarak Die Linke’nin seçim dönemi sözcülerinden birisi olarak öne çıkan Heidi üzerinden sınırlı bir değerlendirme de benzer bir yanılgının parçasıdır. Bunları da dışlamadan asıl üzerinde durulması gereken afaşist yükselişler karşısında biriken anti-faşist dinamiklerin birleşik ve aktif siyaset alanlarının nasıl açılacağı, bunu mümkün kılacak politikaların ne olacağıdır ki Die Linke’nin yükselişi bu gözle bakıldığı oranda, sonrasına da kalıcı bir deneyim taşıyabilecektir. 

Evet, her şeye rağmen umut da hep var… 

*Muhalefet Postası Kolektifi


Bülteni Paylaş

Bültene Katılın
Türkiye ve Dünya Gündemini Senin İçin Takip Edip Özetler, Her Gün Aynı Saatte Sana Ulaştırır.